Yarbay John Henry Patterson, 10 Kasım 1867 tarihinde İrlanda’da Protestan bir ailenin çocuğu olarak South Country Longford bölgesindeki Forgney, Ballymahon’da doğdu. 1885 yılında İngiliz ordusuna girdi. Third Dragoon Guards Birliği ile birlikte daha sonra Hindistan’a gitti. 1895 yılında yeniden İngiltere’ye döndü. Francie Helena Gray ile evlendi. 1897 yılında ordudan ayrılmış, Afrika’da Demiryolu Mühendisliği yapmıştır. Boer Savaşı 1899 yılında patlak verdiğinde yeniden orduya katılan Patterson, Kral VII. Edward tarafından DSO nişanı ile ödüllendirilmiştir[1]. Bu dönemde Afrika’daki maceralarını, özellikle de demiryolu çalışanlarına saldıran arslanların başarılı bir şekilde nasıl avlandıklarını anlattığı kitabı The Man-Eaters of Tsova 1907 yılında yayımlandı. 1902 yılında yarbay oldu. Ordudan tekrar ayrılan Patterson Doğu Afrika’da şef av korucusu olarak görev yaptı. Bu görevde iken bir birçok safariye katılan Patterson bir gezide arkadaşı Audley Blyhte’in intihar etmesi dikkati çekti. Blythe’in eşi ile arasında ilişki olması nedeniyle bu intiharın gerçekleştiği yorumları yapılsa da resmi olarak hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı. Gerçekte bu olay tüm askeri kariyeri boyunca pek peşini bırakmamış görünüyor.1911 yılında ordudan tekrar ayrıldı. Edebiyatla da uğraşan Patterson’un yazdığı kitaplar daha sonra bazı Holywood filmlerine esin kaynağı olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla orduya yeniden çağırıldı. İlk görev yeri Fransa olmakla birlikte daha sonra Mısır’a gönderildi. Yeni kurulan Sion Katır Birliği’nin Komutanlığı’na atandı. Maxwell’in kendisini atamasına bir hayli şaşırmış görünüyordu:
Generalin beni seçmiş olması çok tuhaftı, Yahudi tarihi hakkındaki bilgim ve Yahudi ırkına duyduğum sempati hakkında hiçbir şey bilmiyordu çünkü. Küçük bir çocukken Yaşua, Yoab, Gideon ve Yudas Makkabeus gibi Yahudi komutanlarının parlak zaferlerini yutarcasına okurken, daha küçük ölçekte de olsa İsrail’in çocuklarına bizzat kendim şeflik edeceğim bir günün geleceğini ummazdım elbette!
Kendisinin de belirttiği gibi Yahudi tarihi konusunda ayrıntılı bilgiye sahipti. Ancak bu bilgileri tarihsel bir disiplin ya da eğitimin sonucundan ziyade kişisel merak sonucunda kazanmış görünüyor:
Gençliğimden bu yana Yahudi halkının tarih, kural ve geleneklerinin meraklı bir öğrencisi oldum hep. Hatta küçük bir çocukken bile boş saatlerimin büyük kısmını Kitab-ı Mukaddes’i, özellikle Eski Ahit’in savaş ve cinayetler, ani ölümlerle ilgili kısımlarını okumakla geçirirdim. Bu kutsal kitap bilgilerinin hayatımın bir döneminde pratik bir değeri olacağını ön göremezdim tabi.
Dolayısıyla Yahudi gelenekleriyle kafasını doldurmuş benim gibi birisinin, Firavunların İsrail’in çocuklarını dört yüz yıldan fazla esir tuttukları yere çekilmesi tuhaf olmuştu ve bundan da ilginci ise Başkomutan General Sir John Maxwell’in bir Yahudi Birliği oluşturup komuta edecek uygun bir subay aradığı esnada Mısır’da bulunmamdı.
Zion Mule Corps (ZMC) Yarbay Patterson komutasında Mart 1915 sonunda Gelibolu Cephesi’ne gitmek üzere ayrılmadan önce, İskenderiye’de büyük bir tören yapılmış, duygu yüklü konuşmalar ve dualar birbirini izlemişti. Hatta Başhaham La Pergola, Yarbay Patterson’u Yahudilerin ünlü çıkış efsanesini yeniden yaşatacak, İsrailoğulları’nı Mısır’dan Filistin’e ulaştıracak II. Musa olarak ilan etmiştir![2] Birlik nisan ortalarında Limni Adası’na varacak, tarihin en büyük çıkarmalarından birisinin arefesinde ünlü İngiliz 29. Tümen emrine verilecektir.
Çıkarma öncesi Patterson’un muhalefetine rağmen iki gruba ayrılan ZMC’nin bir bölümü Anzak bölgesine gönderilecek, ancak daha sonra İskenderiye’ye geri yollanacaktı. Kalan yaklaşık 300 kişi Patterson’un komutasında Seddülbahir Cephesi’nde hizmet verecekti.
Sion Katır birliği çıkarmanın başlamasından iki gün sonra 27 Nisan 1915’de cesetler ve yardım isteyen yaralılarla dolu Seddülbahir sahillerine çıkmıştı. Görev alanı W Plajı olarak bilinen Tekke Koyu’ndan Zığındere’ye kadardı. Süratle ileriye mühimmat taşınmalıydı. Zira ünlü 29. Tümen, Türk birliklerinin olağanüstü savunması karşısında zor durumdaydı. İngiliz ordusunun geri çekildiği ocak ayına kadar ZMC ön cepheye mühimmat taşıyacak, zaman zaman sıcak çarpışmalara da girecekti. ‘İsrail için ve Tanrı adına çarpışmaya hazır’! Trumpeldor ZMC askerlerini bu sözlerle ifade etmektedir. Kendisi de girdiği bir çarpışmada yaralanır. Ancak geri gönderilmeyi reddedecektir. Sion Katır Birliği’nin Gelibolu Harekâtı boyunca gösterdikleri başarı, İngiliz askeri ve siyasi makamlarınca büyük memnuniyetle karşılanacaktır. Bu çarpışmalarda ölen ZMC askerlerinin adları Seddülbahir’de dikilen İngiliz anıtına yazılmış, aynı zamanda Tel-Aviv’deki bir sokağa ZMC anısına Rehov Lohamay Gallipoli-Gelibolu Savaşçıları Sokağı adı verilmiştir.[3]
Ancak belirtmek gerekir ki ZMC’de görev alan Siyonist asker ve subaylar İngiliz subay ve askeri ile aynı haklara sahip değildiler. Maaşlar aynı pozisyonda olan İngiliz subay ya da askerine göre daha düşük olup emeklilik hakları da yoktu. Kaynaklar Albay Patterson’un bunun için İngiliz ordu yetkilileri nezdinde bir hayli girişimde bulunduğunu ancak sonuç alamadığını yazıyor[4].
Patterson hastalandığı için Kasım 1915 sonunda Gelibolu’dan ayrıldı. Küçük; ama sembolik değeri çok yüksek bir birlik olan ZMC’nin komutanı olarak Londra’da yayınlanan Yahudi Cemaati’nin gazetesi olan Jewish Chronicle’a, daha sonra New York Times’a beraber görev yaptığı askerlerin cesaretlerini, birlik ruhunu vurgulayan röportajlar verdi. Bu röportajlar Yahudi halkına vaat edilmiş topraklarda, Filistin’de bir yurt verilmesini amaçlayan Siyonist ideolojinin İngiliz ve Amerikan kamuoyunda taraftar bulmasında önemli rol oynamıştır.
Gelibolu Harekâtı’nın bitiminden sonra ZMC dağıldı. Sion Katır Birliği’ne mensup Yahudi askerler Royal Fusiliers Birlikleri’nin Yahudi taburlarının da çekirdeğini oluşturdular.
Patterson ise İrlanda’ya döndü. 4. Royal Irish Fusiliers ve 5. Royal Dublin Fusiliers birliklerine komuta etti. 17 Temmuz 1917’de Royal Fusiliers birliklerinin 38. Taburu komutanlığına atandı. Bu birlikte o dönemde kurulan 3 Yahudi taburundan biriydi. Britanya İmparatorluğu, Filistin’e ileri harekâta hazırlanıyordu. Filistin’e gidecek İngiliz birliklerinin 22 Şubat 1918’de Londra Whitechapel Road’daki geçit töreninde Albay J. Henry Patterson’un da komuta ettiği Yahudi birliklerinin geçişi dönemin İngiliz basınında bir hayli yer bulmuştu.
Bu birliklerin içerisinde ileride İsrail’in ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion,1967’de Araplarla yapılan 6 Gün Savaşı sırasında İsrail Başbakanı olan Levy Eskhol, yine İsrail Cumhurbaşkanlarından Yitzhak Ben Zvi’de görev almıştır. Bu birliklerde görev yapan birçok Yahudi asker İngiliz Mandası döneminde Araplara ve İngiliz yönetimine karşı çarpışan Haganah adlı paramiliter örgütün çekirdeğini oluşturdular. İngilizler beklentilerin aksine başlangıçta Yahudi birliklerine aktif görev vermek istemedi. İngiliz ordu kademesindeki anti-semitik eğilim, bölgenin Araplar ve Yahudiler için öneminden dolayı bu şekilde davranılmış olabilir. Ancak Patterson’un birliği harekâtın sonlarına doğru Lahor Tümeni’nin çatısı altında Transjordan bölgesinde görev aldı. 31 Ekim 1918’de Osmanlı hükümetiyle ateşkes imzalandıktan sonra Patterson’un birliği Güney Filistin’den sorumlu olarak Refah bölgesine gönderildi. Patterson Ocak 1920’de son kez ordudan emekli oldu[5].
J. Henry Patterson savaştan sonra da Siyonizm davasının aktif bir destekçisi olmuştur. Karen Hayesod adlı Siyonist derneğin 1921-22 yılları arasında ABD’de yaptığı temaslarda delegelerden birisiydi. Delegelere yakın arkadaşı Jabotinsky başkanlık ediyordu. Savaştan sonra ilk kez 1933 yılında Filistin’e gitmiş, Araplara ve İngiliz Mandasına karşı çarpışan Irgun adlı paramiliter örgüt için ABD’de yardım toplamıştır. Siyonist liderlerin çoğu ile tanışıklığı olan Patterson’un en yakın dostlarından birisi de şimdiki İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun babası Cornell Universitesi Tarih Profesörlerinden Ben Zion Netanyahu’ydu[6].
1940 yılında Kalifornia’ya yerleşen Patterson 18 Haziran 1947’de öldü. Altı hafta sonra karısı da ölecek, cenazeler yakıldıktan sonra Filistin topraklarına götürülerek serpilecekti. Aslan avcığından inançlı bir Siyonizm destekçiliğine giden hayatı burada sona erecekti[7].
Bu kitap, Gelibolu Harekâtında ZMC’nin komutanı olarak görev yapan İrlandalı Yarbay J. H. Patterson’un o dönemle ilgili anılarını kapsıyor. Anılarında hayli canlı bir anlatıma sahip olduğu görülebilmekte. Özellikle Seddülbahir Cephesi’yle ilgili savaşın dehşetine dair çok çarpıcı tespitler yapıyor. Komuta ettiği Sion Katır Birliği’ni sürekli övüyor. Emrindeki askerlerden “Siyonistler” olarak bahsetmesi ise önemli[8]. Çanakkale Savaşı’na katılan birliğinin davasının aslında ne olduğunu açıkça belirtmekte.
Patterson’un anılarında dikkat çeken diğer bir yön ise zaman zaman görev yaptığı orduyu da eleştirebilme cesaretini göstermesi. 1916 yılında savaşın daha devam ettiği göz önüne alındığında hayli cüretkâr kabul edilebilir:
...Hiç şüphesiz donanmanın tek başına yaptığı ilk talihsiz girişimlere yol açan çılgınca politikanın kabahatini taşıyan kimsenin çok büyük bir sorumluluğu var. Donanma tarafından yapılan bu vakitsiz saldırının doğurduğu yegâne şey, girişteki kaleleri darmadağın etmenin ötesinde Türklere niyetimiz hakkında yeterli uyarıyı yapmak oldu ve bunu, Gelibolu Yarımadası’nı neredeyse zapt edilemez bir müstahkem mevkie çevirmek ve tüm Boğaz’ı mayınlamakta kullanmakta gecikmediler. Fakat bu ilk sendeleyiş bile doğrultulabilirdi, Çanakkale Boğazı’na yapılacak olan birleşik bir deniz ve kara saldırısında sağlam strateji izlenebilseydi eğer!...
Patterson, baştan stratejinin yanlış uygulandığını, Akdeniz Seferi Kuvvetleri’nin amaçlarına ulaşabilmeleri için Arıburnu’ndan Osmanlı kuvvetlerine yüklenmesi gerektiği belirtecektir:
Dört Türk ordusundan kilit mevkie ani ve güçlü bir saldırı gerçekleştirebilecek olan yegânesi Arı Burnu çevresindekiydi ve biz bu gücü, diğerleri yardımına gelmeden ezip geçebilecek durumdaydık… Yurtdışı Sefer Kuvveti’nin buraya çıkarma yapabileceği, iki Avustralya ve Yeni Zelanda Birliği’nin buraya çıkmasıyla ispatlandı ve bu korkusuz adamlar tek başlarına nerdeyse Sarı Bayır’ı alacaklar ve yarımadanın sırtına at gibi bineceklerdi. Yaklaşık sekiz ay boyunca kendilerinden çok daha kalabalık güçlere karşı burayı tuttular, hatta direnmekten de çoğunu yaptılar. Eğer ilk çıkarmanın gerçekleştiği 25 Nisan 1915 tarihinde İngiliz ordusunun görüp göreceği en iyi birliklerinden “emsalsiz 29. Tümenle”, diğer iki Fransız birliği –tüfekleriyle ünlü- ve Kraliyet Donanması ile desteklenmiş olsalardı, bölgedeki hiçbir Türk birliği bir an bile olsun karşılarında duramazdı. Ve pençemizi bir kez olsun Yarımada’ya atmış olsaydık bizi hiçbir şey, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün askerleri bile sarsamazdı.
‘Savaşmak açısından Gelibolu’ya gidiş, Siyonizm’e yepyeni ufuklar açmıştır.’ demişti Jabotinsky bir yazısında. ‘Eğer biz 2 Kasım 1917 de Balfour Bildirisi ile Filistin’de yurt edinme sözü aldıksa, buna ulaşan yol Gelibolu’dan geçmiştir.’[9] Yayınlanışından 95 yıl sonra Türk okuyucusuyla buluşan bu hatıra, modern İsrail Ordusu’nun temeli kabul edilen bir birliğin komutanının ağzından bir döneme şahitlik ediyor, Çanakkale Savaşı’nın farklı bir yönünü ortaya çıkarıyor.
Tuncay Yılmazer
www.geliboluyuanlamak.com
[1] Isseroff A. http://www.zionismisrael.com/bio/John_Henry_Patterson_biography.htm
[2] Sugarman M., a.g.m.
[3] Sugarman M., a.g.m.
[4] Grace R. J. K, a.g.m.
[5] Isseroff, a.g.m.
[6] Isseroff, a.g.m.
[7] Isseroff, a.g.m.
[8] Yeri gelmişken belirtelim. Avustralya 4. Tugay Komutanı Monash başta olmak üzere Müttefikler safında da ZMC haricindeki birliklerde de Musevi asker ve subaylar mevcuttu. Keza Osmanlı ordusunda da Musevi kökenli asker ve subaylar bulunmaktaydı.
[9] Toncoku M., ‘İsrail’in Kuruluşuna Varan Gelişmeler İçinde Çanakkale Savaşları’nın Önemi’, Çanakkale Buzdağının Altı, s, 161.